KÜLTÜR VE SANAT ALANINDA KİLOMETRE TAŞLARIMIZ
Kültür ve Sanat denilince bu alanın alt başlığı olarak ifade edebileceğimiz onlarca çabayı, emeği görebiliriz.
Bu alanda düne vebugüne ait ortaya çıkarılan ürünlerin hangi bedeller ödenerek ortaya çıktığı ise çoğu insan tarafından bilinmez.
Nazım Hikmet’in şiirlerini okurken hangi ruh halimize uygunsa beğenilerimizde de yalnızca o yanı kalıyor ve o yanı besleniyor.
Sabahattin Al’nin şiirleri, şarkı sözleri dilden dile dolaşırken hangi sürecin içinden süzülüp geldiği çok merak edilmez.
Afife Jale Türkiye’de ilk kadın tiyatro sanatçısı olmak adına kısacık yaşamında çektiği acıları ve ardından gelen ölümü, bir kadın olarak bu topraklarda yaşadığı yalnızlığıne kadar merak etmişizdir?
Yılmaz Güney, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Abidin Dino, Ruhi Su ve yüzlerce adını sıralayacağımız kültürün, sanatın, edebiyatın, sinemanın, tiyatronun emektarları hangi yanıyla görülmek istenmektedir veya gösterilmek istenmektedir?
Bir romanı okurken, bir tabloya bakarken kendi dünyamızla hesaplaşabiliyoruz. Ama sanatçının kendi dünyasını ne kadar algılayabiliyor ve ödenen bedellerden süzülüp gelen eserlerin sanatçının dünyasını algılamamıza ne kadar katkı sağlayabiliyor?
Yalnız ülkemiz de değil, yaşadığımız dünyada da yolları en dikenli olanların bu kültür emekçileri olduğunu fazlasıyla görüyoruz.
Sanata, sanatçıya saldırmak, onların ortaya çıkardığı eserleri yok etmek iktidarların kendince bir savunma aracı olduğuna ne yazık ki tanıklık ediyoruz.
Sanatın ve sanatçının yansıra aynı kuşatmayı bilim insanları da yaşamakta ve bedellerini ağır ödemektedirler.
Şiirlerin, sahnelenen oyunların, tuala yansıtılan çizgilerin, romanların köşe başlarını tutan kahramanların, türkülerin, şarkıların, ezgilerin hepsinde bir karşı koyuş vardır.
Aslında ortaya konulan başkaldırış yaşanan süreci sorgulamamıza hizmet etmesi gerekirken onun bizimle buluşan yanına takılıyor, sanatı ve sanatçıyı bir bütün olarak algılamamızı etkiliyor.
Ataol Behramoğlu bir şiirinde;
“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe ,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.”
Şiirin bu sözlerinde, yaşamı yalnızca kendimizden oluşan bir dünyaya hapsedilmiş olarak görmemenin ne kadar önemli olduğuna dikkat çekiyor şair.
Buna rağmen gerçektenbu dar alandan kurtulabiliyoruz mu?
Yaşadığımız süreç de yabancılaşmanın, tek tipleşmenin, çevremizdeki olaylara, gelişmelere duyarsızlaşmanın had safhaya geldiğine fazlasıyla tanığız.
Yaşar Kemal; “Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir, barıştır.” Sözleriyle insanlığın dikkatini barışa, kardeşliğe çekmiştir. AmaYaşar Kemal ve binlerce yazar, sanatçı, bilim insanı bunları ifade etmiş olmasına rağmen savaşlar durmamış ve savaş tanrıları kanla beslenmeye devam etmiştir.
Kültürün ve sanatın insanlık adına, yaşam adına, barış adına ortaya çıkardıkları eserler doğru algılanmadığı sürecedünün travmalarına ek olarak bugünün travmalarını da fazlasıyla yaşamaya devam edeceğiz gibi görülmekte.
Yaşamın yeniden şekillenmesini isteyen milyonlar olduğunu biliyoruz. Ama yaşamın şekillenmesinde ağır bedeller ödeyen yüzlerce sanat ve bilim insanının da hangi süreçten geçerek eserlerini ortaya koyduklarını anlamak, doğru okumak ve dersler çıkarmak gerektiğini de unutmamak gerekir.
Yazımı Pablo Neruda’nın bir şiiriyle sonlandırmak istiyorum;
“Halkım ben, parmakla sayılmayan
Sesimde pırıl pırıl bir güç var
Karanlıkta boy atmaya
Sessizliği aşmaya yarayan
Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa
Tohuma dururlar yeniden
Ve halk, toprağa gömülü
Tohuma durur bir yerde
Buğday nasıl filizini sürer de
Çıkarsa toprağın üstüne
Güzelim kırmızı elleriyle
Sessizliği burgu gibi deler de
Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde. “
Mutlu ve Aydınlık Yarınlar
Güven BOĞA